4 Ocak 2009 Pazar

Devrim Erbil ile Söyleşi

Sanatın Anadolu Aydınlanması Proje Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Devrim Erbil ile sanat, eğitim ve projeler üzerine söyleşi gerçekleştirdik... Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

Saygılarımızla
Live Sanat

























Sizce bir ressamın olmazsa olmaz kuralları nelerdir?
Ressam olmak herhangi bir meslek sahibi olmak gibi değildir, belli kurallara oturtamazsınız. Ben uzun yıllardır sanat eğitimciliği yapıyorum, meslek olarak resim yapmayı seçen genç arkadaşlarla beraber çalışıyorum. Mimar Sinan Üniversitesinde 45 sene hocalık yaptım. Öğrencilerim bu işi sevdikleri için okumaya gelmişlerdi, çünkü bu işin birinci kuralı sevgidir.
Severek yapılan her iş de başarılı olur. Ama sanatta sevgi; olağan üstü bir coşku, heyecan haline gelmedikçe sanatçı olmanın hiçbir anlamı yoktur. Sadece bir takım işler üretmek değil, onun içine yüreğini koymak, onu sevgiyle yoğurmak bu mesleğin olmazsa olmaz ilk koşuludur. Sevgi ve coşku bir sanatçının yaşantısında olmadıkça hiç bir şey olmaz. Tabi coşku deyince sadece sevinçleri kastetmiyorum. Çevrede gördüğü insanoğlunun onuruna yakışmayacak davranışların, toplumsal acıların, kişisel acıların bütün toplamı o sanatçının yüreğinde birikir. Sanatçı dünyanın her yerinde acıyı daha derinden hisseden insandır. O yüzden sanatçının bir diğer yönü de duyguları çok yoğun yaşamasıdır. Ama sanatçı sadece mutlu olduğu zaman sevinci, mutsuz olduğu zaman acıyı yansıtmaz. Tam tersidir aslında yaşamı acılarla dolu olduğu zaman o dengeyi kurmak için mutluluğun ve yaşam sevincinin sanatçısıdır. Tersi olduğu zaman da üzüntülerin sanatçısıdır. Yani sanat bir yerde yaşamı dengeleyen bir unsurdur. Bu nedenle bir sanatçının toplumsal olaylardan haberdar olması, insanoğlunun bugüne kadar yaptıklarını, yapacaklarını düşünmesi, bilmesi, edebiyatla, felsefeyle, estetikle ilgilenmesi, yaratıcı bir dünya görüşüne sahip olması, sabırlı, dikkatli, düzenli ve özgün olması gerekir. Bunları alt alta sıraladığımızda görülüyor ki, bir sanatçı olabilmek için sadece o mesleğin kurallarını öğrenmek yetmez, onun içine sevgiyi, onun içine yaratıcı gücü, onun içine özgünlüğü, onun içine kişiselliği, onun içine yaşadığı coğrafyanın ve kültürün uygarlık birikimlerini katması gerekir. Olmazsa olmazları bunlardır sanatçının…

Günümüz teknolojisi artık sanatçıya farklı alternatifler sunabilmekte Video art, enstelasyon, digital art vb.. gibi çalışmalar görüyoruz. Peki bu gelişmeleri yakından takip ederken kendi öz kültürümüzü unutuyor muyuz? Sanatta bir batılılaşma mı söz konusu?
Yeni teknoloji sanatın boyutlarını da genişletiyor. Bence bundan hiç çekinmemek lazım. Nasıl ki teknoloji televizyonu, bilgisayarı getirdi ve bundan uzak duralım demek ne kadar garipse, sanatta da yeni teknolojileri kullandığımız zaman batılı oluruz demek bir o kadar gariptir. Ama batılılaşmayı çok farklı bir şekilde irdelemek gerekli. Türkiye’de batılaşma hareketleri Tanzimat’a dayanır. Batılaşma hareketleri bir hayranlık derecesinde kendimizi onun karşısında küçük görme boyutuna ulaştığı zaman taklit olmaya başlar. Ben batılılaşmanın tehlikesini aktarmacı bir düşünce sistemi, aktarmacı sanat ve aktarmacı bir dünya görüşü olarak görüyorum. Eğer o dünya görüşleri buraya aktarılıyorsa biz etrafımızda olup bitenin farkında değilsek, bu toprağın köklerinden bize gelen bir takım uygarlıkların mirasçısı olduğumuzun farkında değilsek, farkına varmadan batıya öykünüyorsak bir anlamı yoktur. Bu topraklar çok özel topraklardır. Anadolu coğrafyası dünyanın hiçbir coğrafyası ile kıyaslanamayacak kadar kültürel zenginlikleri içerir. Biz bütün bu Anadolu uygarlıklarının mirasçısı olarak bütün bunların farkında olmak ve çağdaş dünyaya yeni sesler, yeni ritimler, yeni renkler, yeni duyarlılıklar getirmek zorundayız. Benim batıya bakışım onun etkisinde kalarak batılı olma korkusu değil, onunla hesaplaşmak arzusudur. Bu nedenle etkide kalmanın bir müddet doğal olduğunu düşünelim. Ama artık bir hesaplaşma ve değerlerimizi batı karşısında ortaya koymanın zamanı gelmiştir diyorum.

Eğitime senelerini vermiş bir öğretim üyesi olarak ülkemizde sanat eğitimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önce bir eğitimcinin elindeki malzemeye bakmak lazım. Ben bir eğitimci olarak bu konuda hiçbir sıkıntı çekmedim. Mucizevi bir şekilde buna Anadolu’nun kültürel bereketi de diyebiliriz, Türkiye’nin her yerinden Siirt’ten, Urfa’dan, Lüleburgaz’dan, Ege’den, Karadeniz’den, Orta Anadolu’dan öyle yetenekli çocuklar geldi ki.
Bir batılı sanatçı adayının yetiştiği kültürel ve sanatsal ortamlar, onun sanatının biçimlenmesinde çok önemli etkenler bunun yansıra bizim Anadolu çocuğunun hiçbir şey görmeden, kendisinde tanrının verdiği ve bu toprakların genleriyle birleşerek süzülüp gelmiş bir yetenek ile eğitime başlıyor. Eğer çok içten ise ve severek yapıyorsa başarılı olmaması için hiçbir engel yok. Eğitimci olarak Türkiye’de çok yetenekli kişilerle karşılaştığımızı söyleyebilirim. Bunu, Türkiye’nin bütün eğitim süreçlerinin yaşandığı 125 yıllık tarihi ile Mimar Sinan Üniversitesi’nde geçirdiğim 50 yıllık sanat eğitimi ve eğitimcisi kimliği ve de Türk sanatının bütün oluşumlarının içinde bulunmuş sanatçı kimliğimle söylüyorum.
Vakıf üniversitelerinin sorunları var, yeni üniversitelerin sorunları var, İstanbul’dan uzak şehirlerdeki üniversitelerin kültürel ortamın eksikliği gibi sorunları var. Benim örneğim Mimar Sinan Üniversitesi’dir. Tabi Marmara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi gibi önemli üniversitelerimizin sayısı hayli çok. Buralara yetenekli çocuklar geliyor. Bunlar iyi bir kadroyla, birikimli öğretim üyesi kadrolarıyla çalıştıkları zaman çok verimli sonuç alıyorlar. Nitekim bugün Türk sanatında her kuşaktan batılı sanatçılarla karşılaştırılacak değerde seçkin sanatçılar var. Bende bunu eğitimin bir parçası olarak görüyorum.

Türkiye’deki müzeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yeterli uluslararası müzelere ve çağdaş sanat müzelerine sahip miyiz?
Hayır, maalesef değiliz. Herkesin bildiği bir gerçek bu. Batı’da müzeciliğin tarihi bir hayli eski, bizde ise yeni yeni müzeler kurulmaya başlandı. Gülhane’de bulunan Arkeoloji müzesi bina olarak yaklaşık 1882 yılında yapılmıştır. Ve aşağı yukarı 125 yıldır İstanbul’da başka bir müze binası inşa edilmemiştir. Oysa batıya baktığımız zaman bir karşılaştırma vermek gerekirse Prado Müzesi 18. yüzyıl’da saray erkanının sanata olan eğilimlerinden kaynaklanan bir düşünceyle yapılmıştır. Fransa’da Louvre Müzesi, Londra’da National Galeri gibi pek çok müze özel olarak yapılmış binalarda bulunuyorlar. Çağdaş sanatta Billboa’da bulunan modern müze ve Amerika’da bulunan Çağdaş müze Guggenhine ve diğerleri birer mimari başyapıt olarak düşünülüyor. Bu mekanlarda hem mimarinin güzelliği hem de çağdaş sanat eserleri sergilenebiliyor. Bizde böyle bir şey yok. Biz bunu uzun yıllardır söylüyoruz. Günümüzde yavaş yavaş müzecilik gelişmeye başladı. Antrepo, Sabancı gibi pek çok mekanda sanat etkinlikleri yapılıyor. Ama yeni çağdaş müzeler yapılsa, hem mimarlar bu yapılarda kendilerini gösterecek hem de eserlerimiz daha fazla sergilenme imkanı yakalayacak. Eskiden kentler içlerinde bulunan önemli mimari yapılarla anılırdı ve o yapı kentin simgesi olurdu. Edirne’nin Selimiye Camii’si, Paris’in Louvre Müzesi, İstanbul’un Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye Camii’leri gibi. Ama şimdi Batı kentlerinde gelişen eğilimler büyük kentlerin önemli müzeleriyle adlandırılıyorlar. Bunun gibi bizde de yarışmalarla çağdaş, nitelikli yeni müzelerin kurulacağını umuyorum. Bizde çok önemli eserler var fakat bu eserleri teşhir edecek mekanların azlığını gidermemiz gerek.

Kendinize ait Balıkesir’de bir müzeniz var, ayrıca gelenekten çağdaş bir halı müzesi projeniz var, biraz bize bu projeden bahseder misiniz?
Balıkesir’deki müze, Balıkesir Belediyesi tarafından açılan ve müze olarak bir kent için önemli bir olaydır. Çünkü kentin çağdaş sanata kucak açması demektir. Orada benim eserlerimi bağışlamam temeli üzerine kurulan bu müzede bugün 200’e yakın önemli Türk Sanatçısının eseri vardır. Sanat atölyeleri çalışmaktadır, periyodik sergiler açılmaktadır. Bu kültür kenti olma yolunda çaba gösteren Balıkesir için güzel bir olaydır ve benim içinde büyüdüğüm, yetiştiğim tüm gençlik ve eğitim yıllarımı orada geçirdiğim ve bağlantımı hiçbir zaman kesmediğim bir kent olan Balıkesir için hem benim adıma hem de Balıkesir adına büyük bir onurdur. Ve umut ediyorum ki Türkiye’nin pek çok kenti sanatçılarına sahip çıkar ve böyle müzeler oluşur. Sanatçılar da kentlerine sahip çıksınlar. Bu iki yönlü bir olgu.
Bunun dışında bir halı projem var. Halı, Türkler'in insanlığa armağan ettiği bir tekniktir ve çağdaş sanatçılar da bunu kullanıyorlar. Geleneğin bizdeki kadar köklü, bizdeki kadar yaygın olduğu bir halı ülkesi gösterilemez. Bizim ülkemizde çok farklı ve özel bir şeydir.
Her bölgede o yörenin adıyla anılan halı çeşitleri motifleri, dokuma teknikleri vardır ve hepsi birbirinden farklıdır. Anadolu’nun her köşesinde halı yapılmaktadır. O nedenle geleneğin izleri Selçuklu'ya, Orta Asya’ya uzanan, Türklerin yarattığı bir teknik olan halı, çağdaş sanatla da birleşince gelenek ve çağdaşı bir araya getiren bir müze kurulduğunda, kent ve kişi için güzel bir şey olacaktır. Ve ülkemiz içinde anlamlıdır.

Ülkenin farklı şehirlerinde halka açık olarak düzenlediğiniz Sanat ve Bilim konulu panelleriniz devam edecek mi?
Evet ediyor. Ben kendi kendime onu bir görev edindim. Çünkü sanat belli bir grup içerisinde kalmamalı, sanat paylaşılmalı, paylaşıldıkça anlam taşır. O nedenle ben sanatla ilgilenen daha geniş kitleler olsun istiyorum. Bunun içinde bütün Anadolu’ya gidiyorum, panellere katılıyorum, konferanslar veriyorum ve orada etkinlikler yapmaya çalışıyorum. Tabi bu bazen kendi gücümle oluyor bazen de bazı firmaların desteği ile bunları yapmaya çalışıyorum. Gücüm yettiği kadarda yapacağım. Çünkü Türkiye’de sanatçının görevinin sadece sanat olmasını dilerdim ama, bizden önceki kuşaklar içinde bu böyle olmadı, bizim içinde olmadı. Dilerim ki yarınki sanatçıların aklı sadece resimde olsun. Biz hem hocalık yaptık, hem müzecilik yaptık hem konferans verdik hem de yazılar yazdık. Yani bir koltukta bir çok karpuzu taşıdık. Ne de olsa bölünüyor insan. Aklı sadece resimde, sanatta olan, hayatı ve sanatı birleştiren insanlar yarın sanat bayrağını daha iyi yere götürecekler buna inanıyorum. Biz tatillerimizde, dinlenme zamanlarımızdan çalarak sanata verdik. Yeni bir sanatla ilgilenen toplum yetiştirmek görevimiz diye düşündük ve bunun için çaba gösterdik. Belki bir iki kuşak daha sürebilir bu zorluklar ama bizim severek çektiğimiz zorluklardı bunlar. Dilerim yeni kuşaklar daha rahat sanata ayrılmış zaman içerisinde sanat yapsınlar. Ve diğer işleri de başkaları yapsın. Yeni açılan üniversitelerde yeni bölümler açılıyor, sanat yönetmenliği, sanat tarihi, müzecilik gibi. Artık burularda yetişenler bu görevleri alacak ve sanatçı da kendi işiyle uğraşacak. İleride iş bölümünün arttığı bir sanat ortamı ve herkesin ne yapacağını ortaya koyduğu net durumlar oluşmasını umuyorum.

Siz bir sanatçı olarak pek çok proje oluşturuyor ve sanat adına yapılan pek çok projeyi de destekliyorsunuz. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

2010 senesinde Avrupa’nın kültür başkenti olmak büyük bir şans. Pek çok yerde hazırlıklar olduğunu görüyorum. Bunlar olumlu sonuçlar versin ve gerçekten İstanbul’un adına yakışan büyük bir başkent olalım. Pek çok kültürün, medeniyetin başkenti olmuş İstanbul’da coğrafyasıyla güzel, sanat eserleriyle zengin bu kentte adına yakışır bir 2010 yaşayalım. Bu 2010’un etkisi ve havası daha sonraki sanat ortamlarına, sanat yaşamlarına yeni zenginlikler, yeni heyecanlar getirsin ve Türk sanatçılarının yaratıcı sürecine katkıda bulunmasını dilerim.

Sizinde danışma kurulunda yer aldığınız, “Sanatın Anadolu Aydınlanması” konulu proje hakkında ne düşünüyorsunuz?
Düşündüklerimiz değil, düşündüklerimizi ne kadar hayata geçireceğimiz önemli. Bu projenin sponsoruyla, danışma kuruluyla, ciddiyetiyle başarıya ulaşacağından kuşkum yok. Biz bunu çok ciddiye alıyoruz. Zaten inandığımız bir olayın 2010 etkinliği içerisinde tekrar canlanmasıdır bu proje. İnandığımız Anadolu uygarlıkları, Anadolu’nun kültür birikimi, kültür mirasının bilinçlenmesi gerekiyor. Sanatın Anadolu Aydınlanması projesi ile bu bilincin yerleşmesini ve kök salmasını diliyorum. Böyle olduğu zaman gerçekten 2010 Sanatın Anadolu Aydınlanması gibi pek çok ciddi projenin bir araya gelmesiyle bir kültür yoğunluğunun yaşandığı bir yıl olur. Ve bu yoğunluk diğer kuşaklara, diğer süreçlere yansımış olur.

Anadolu’da bulunan üniversitelerdeki genç nesillerin kendi topraklarının taşıdığı kültürden haberdar olmaları kendi bireysel gelişmelerini tamamlamaları açısından ne kadar önemli? Hem bir öğretmen kimliğinizle hem de sanatçı kimliğinizle yorumlarınızı alabilir miyiz?
Öğrencinin bu topraklardaki uygarlık değerlerini fark etmesi, ona gösterilmesiyle doğru orantılıdır. Uzun yıllar Sanayi Nefis-e’den başlayan akademi döneminde de daima batıya gidip gelen ve burada batılı anlamda bir sanat olmadığı için o sanatı görüp hayran kalan ve o sanatın benzerini burada yaratmaya çalışan bir bakış açısı vardı. Ama bunun değişebileceğini bizden önceki kuşak fark etti. Örneğin Nurullah Berk, Picasso ile görüştüğü zaman ‘Sizin hat sanatınız var bunun farkında mısınız?’ diye soruyor. Picasso bunun farkında tabi bizimkilerin de bunun farkında olması lazım. Her sanat eğitimi görenin bunun farkında olduğunu zannetmiyorum. Benim hocam Bedri Rahmi Eyüboğlu halk sanatına, Anadolu’nun kültür değerlerine inanmış bir sanatçıydı. O belki biraz fazla biçimsel bakıyordu. Dünya görüşüne, yaratıcı boyutta zenginliğine değil de biçimsel olarak ortaya koyuş şekline bakıyordu ama coşkuyla bizi yönlendirdi. Mesela biz akademi yıllarımızda Türk İslam Eserleri müzesine gider çalışırdık, minyatürün farkındaydık, halı, kilim, hat sanatının farkındaydık. Özel bir duyarlılıkla ve dünya kültürlerinin sadece batı uygarlıkları olmadığını bir doğu uygarlığının, mısır uygarlığının, Uzakdoğu uygarlığı, Afrika uygarlıklarının yaptıklarını, Orta Asya uygarlıklarının sanatının farkındaydık. Bunları sadece sezgilerimizle değil birazda yönlendirmeyle bulmuştuk. Öğrenci kendisini yönlendiren hocalarının, ustalarının mutlaka etkisindedir. Artık eğitimcilerin bir bilince ulaşıp Anadolu’ya çok uzaktan değil içine girerek, yaşayarak, görerek, bir Ulu Cami’yi, Akdamar Kilisesi’ni, Çifte Minarelileri, Selçuk sanatını, camileri, Mevlana’yı tanımasını, Yunus Emre’yi çok iyi bilmesini ve hepsini görerek hem mimarisiyle, hem düşünce sistemiyle, bir kültür olarak Anadolu’yu ciddiye almasını umuyorum. Böyle olduğu zaman Türk sanatının hangi teknikte olursa olsun, hangi teknoloji kullanılırsa kullanılsın yepyeni boyutlara ulaşacağından hiç kuşku duymuyorum…

Röportajı hazırlayan: Mihriban Mirap (Live Sanat)

1 yorum:

Ägäis dedi ki...

Sayin Prof. Devrim Erbil,

yazinizi dikkatle ve severek okudum. Yüreginize saglik. Özellikle Türkiye´deki sanatcilarin desteklenmesi asamasindaki yorumunuz cok anlamli: "Ögrenci kendisini yönlendiren hocalarinin, ustalarinin mutlaka etkisindedir" sözünüz beni yaklasik 19 yil öncesine(1989-1990 yillarina)götürdü. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Prehistorya ve Önasya Arkeoloji´sinin o yillardaki ögretim görevlilerinin ögrencilerine karsi yetersiz ilgileri ve duyarsizliklari suan gözyaslarimi tutamamama sebep oluyor. Sayin Prof Dr. Güven Arsebük hocamiz haric diger hocalarimizdan yeteri kadar verimli yönlendirmeyle karsilasmamamiz bizi o yillarda (özellikle beni) cok üzüyordu.3 sömestrden sonra Frankfurt´a Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi´ne yatas gecis yaparken hocalarimin onayini almistim halbuki ama üniversiteyi bitirip tekrar Prof. Dr. Refik Duru´nun karsisina ciktigimda bana söyledigi söz suydu: "Kusura bakma kizim, burada, degil sana, kendi mezun ettigimiz ögrencilerimize dahi doktora konusunda yardimci olmamiz olanaksiz. Okulunu bitirmis olman güzel ama sana yardimci olmam ögrencilerimize haksizlik olur...". Hüsranla Ist. Üniversite´ni o gün terkettigimde emeklerimi hangi cebime koyacagimi bilemiyordum.Civil civil öten ben, kusraginda kalan sevinciyle tekrar Frankfurt´a geri dönmüstüm, ama ...ters bir döngüyle, hocamizin o sözlerini gurur yaparak ve bir daha asla Arkeoloji ile ilgilenmemek süretiyle, ne yazik ki...
Sizin gibi ögrencilerini sürekli motive eden ve sürekli onlarla yakindan ilgilenen kac tane ögretim üyesi vardir Türkiye´de diye soruyorum simdi kendi kendime, ama sanirim 19 yil sonra hersey bambaska olmus, öyle oldugunu hisediyorum, görüyorum. Hislerimin ve gördüklerimin de beni yaniltmadigina inaniyorum. O yüzden de kendi capimda kirik kanatli yüregimi sarip sarmaliyor ve onun iyilestigini cizdigim resimlerde, yazdigim ve okudugum siirlerde, yazilan tüm sanat dergilerinde görebiliyorum. Bu da bana büyük bir mutluluk veriyor.

Ayrica, yukaridaki söylesinizdeki ikinci begendigim nokta da asagida ki sözlerinizle basliyor:"Ama sanatçı sadece mutlu olduğu zaman sevinci, mutsuz olduğu zaman acıyı yansıtmaz. Tam tersidir aslında yaşamı acılarla dolu olduğu zaman o dengeyi kurmak için mutluluğun ve yaşam sevincinin sanatçısıdır. Tersi olduğu zamanda üzüntülerin ressamıdır. Yani sanat bir yerde yaşamı dengeleyen bir unsurdur. Bu nedenle bir sanatçının toplumsal olaylardan haberdar olması, insan oğlunun bugüne kadar yaptıklarını, yapacaklarını düşünmesi, bilmesi, edebiyatla ilgilenmesi, felsefeyle ilgilenmesi, estetikle ilgilenmesi, yaratıcı bir dünya görüşüne sahip olması, sabırlı olması dikkatli olması, düzenli olması, özgün olması herkesten farklı olması bunlar sanatçının özellikleridir."

Yukarida bir sanatciyi, kusursuz bir sekilde, mükemmel bir üslupla tanimlamissiniz.

Tesekkürler Devrim bey,

Saygilarimla Fatmaana Aydiner/Frankfurt am Main

(Not: yorumumdaki imla hatalari icin sizden özür diliyorum)